ANASAYFA
TV PROGRAMLARI
PROGRAMLAR
YAYIN AKIŞI
CANLI YAYIN
24 RADYO
REKLAM
İLETİŞİM VE KÜNYE


Döneri bırak, katliamlara bak!

Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier'in hafta içi yaptığı Türkiye ziyareti pek çok boyutuyla konuşuldu.

En magazinel boyutu, Türkiye'ye gelirken ülkesinden yanında döner getirmesiydi.

İstanbul'daki Alman resepsiyonunda bu döneri kesti ve misafirlerine ikram etti.

Alman basınında bile tepkiyle karşılaştı.

"Erdoğan'ın bizi ciddiye almamasına şaşmamalı" diye başlık atan gazete oldu.

Cumhurbaşkanının zihnindeki Türkiye imajını ne kadar eski ve zamanın gerçeklerinden uzak olduğu kendisini gösterdi.

Alman basınındaki eleştiriler de bu yöndeydi.

Türkiye demek "döner" demek değil çünkü...

Elbette döner iki ülke arasında önemli bir kültürel köprü oldu.

Hatta Almanların bile en sevdiği fast-food haline gelmiş durumda.

Ülkede ekonomik krizden ve enflasyondan şikâyet eden Almanlar, Başbakan Scholz'a sosyal medyadan tepkilerini döner fiyatlarının artmasıyla gösteriyordu.

Steinmeier de dönerin bu popülerliğinden faydalanıp sempatik bir mesaj vermek istedi ama görünen o ki eline yüzüne bulaştırdı.

İki ülke arasındaki asırlık ikili ilişkiler elbette önemli.

Almanya Türkiye'nin en büyük ticaret ortaklarından.

Sadece bu bile sorunların yanı sıra sıkı ilişkileri karşılıklı sürdürmek için yeterli.

Yani döner olmasa da olurdu.

Ama ziyarette bundan çok daha önemli meseleler de vardı.

Cumhurbaşkanı Steinmeier, hemen hemen gittiği her yerde Gazze protestolarıyla karşılaştı.

Malumunuz, Almanya geçmişinde Yahudi Soykırımı gibi bir kara leke taşıdığı için kendisini hala Yahudilere karşı mahcup ve borçlu hissediyor.

Diyetini ödemek içinse bir başka insanlık suçuna çanak tutuyor.

İsrail'e şirin görünmek için onların Filistin halkına yönelik soykırımına destek veriyor.

Almanya'nın mesele katliam olunca bile İsrail'in karşısında eğilip bükülmesini, Cumhurbaşkanı Erdoğan sonbaharda Berlin'e yaptığı ziyarette ne güzel özetlemişti.

Hatırlarsınız, "Bizim İsrail'e borcumuz yok" demişti.

Ellerindeki kanın daha fazla kanla temizlenmeyeceğini artık kendilerinin de anlaması şart.

Batı dünyasında halkın vicdanının sesi her geçen dün daha güçlü çıkıyor.

Almanya da onlardan biri.

Sokaklarda, üniversitelerde protestolar gün geçtikçe büyüyor.

Ancak Yahudilerin katliamlarına destek olma zihniyeti, kendini "hür dünyanın parçası" olarak gören Almanya'da yöneticilerin yeri geldiğinde pekâlâ çifte standart uygulamakta sakınca görmediklerini bir kez daha bize gösterdi.

Steinmeier Türkiye'de basın toplantısında klasik barış ve iki devletli çözüm cümlelerini kurmayı sürdürdü.

Fakat bilmelidir ki artık kendi ülkesinde bile bu boş sözlerin karşılığı yok.

Netanyahu'nun sırf kendi siyasi ömrünü uzatmak uğruna Filistinlileri katletmesine, dahası hem kendi halkını hem bütün bölgeyi tehlikeye atmasına Berlin'in bu derecede göz yummasının insani bir bahanesi olamaz.

Hem barıştan insaniyetten bahsedeceksiniz hem Berlin'de Başbakanlık binasını yanında kurulan Filistin destekçilerine ait protesto çadırlarına müdahale edeceksiniz.

Sonra da ifade özgülüğünden, medeniyetten dem vuracaksınız.

Ve vicdanını, aklını dinleyen insanların bunu yutmasını bekleyeceksiniz.

Öyle olmuyor.

Elbette bu sadece Almanya ile sınırlı bir mesele değil.

ABD'de de benzer pek çok durum var.

Sokaklarda aylardır protestolar zaten sürüyor.

Siyonist lobinin siyaset, ekonomi ve akademide etki gücü öylesine büyük ki aşabilmek zaman alacak.

Ama insanlığın vicdanının siyasetten daha güçlü olduğunu gösteren işaretler oradan da gelmeye başlıyor.

ABD'nin önemli devlet kurumlarında çalışanlar ülkelerinin İsrail'in katliamlarına bu denli koşulsuz destek vermesine tepki gösterip istifa ediyor.

Beyaz Saray'ın önünde askerler canlarına mal olan protestolar gerçekleştiriyor.

Katile silah, maktule yemek göndermek orada da artık eskisinden çok daha fazla göze batıyor, rahatsızlığa yol açıyor.

Buna karşılık özellikle üniversiteler, yönetim bazında genel olarak vicdanın sesini duymamakta ısrar ediyor.

Filistin'i destekleyip İsrail'e karşı çıkan pek çok akademisyen, hatta yönetici grevden alındı ya da istifa ettirilmek zorunda bırakıldı.

Buna karşı çıkanlar da var elbette.

Geçen hafta, bir Siyonist akademisyenin üniversiteye alınmayıp, kampüsün kapısının önünde mağdur rolü oynadığını da gördük.

Umuyorum ki bunun gibi örnekler artacak ve oralarda da vicdan hâkim olacak.

Gazze, katliam meselesinin sadece bir boyutu.

Bir başka önemli konu daha var.

O da basın toplantısında ortaya çıktı.

Hatırlarsınız, 24 Mart'ta Solingen'de Bulgaristan vatandaşı Türk ailenin yaşadığı bina kundaklanmıştı.

2'si çocuk 4 Türk hayatını kaybetmişti.

Solingen'in biz Türklerin hafızasında çok travmatik bir yeri var.

29 Mayıs 1993'te ırkçıların kundaklaması sonucunda Genç ailesinin 5 ailesi orada can vermişti.

O günden beri Alman devleti de her anmada yer alır, ırkçılık karşıtı mesajlar verir.

Solingen bu nedenle "Türklere yönelik ırkçılığın başkentidir" desek yanış olmaz.

Haliyle son olay da basın toplantısında Almanya Cumhurbaşkanı'na soruldu.

Aslında kundaklamanın ardında binada tahliye edilen bir eski kiracını olduğu açıklandı.

Hatta saldırgan yakalandı.

Lakin Steinmeier öyle bir cümle kurdu ki, akıllara yeniden şüphe düşürdü.

"Acaba o zaman bir örtbas mantığı mı işledi?" sorusunu sormaktan kendimi alamıyorum.

Nedenine gelince.

Steinmeier şöyle dedi:

"Solingen'deki saldırının yıldönümü vesilesiyle konuma yaptım. Bu kadar etkili bir etkinlikten sonra benzer olayın tekrarlanabileceğini düşünemezdik. Maalesef yeni bir saldırı oldu. Alman güvenlik güçleri ve yargısı bu faillere hak ettikleri cezayı verecek."

Ben bu cümleden şunu anlıyorum.

Frank-Walter Steinmeimer zihninde Solingen'deki son kundaklamayı hala 31 yıl önceki ırkçı saldırıyla ilişkilendiriyor.

"Benzer olay" ifadesini kullanıyor ki diğer ifadeleriyle bir araya gelince bunun sadece suçun işlenme yöntemi değil, niyetiyle alakalı arka plana da istemeden vurgu yapıyor olabileceği kanısına kapılıyorum.

Eğer öyleyse, çok vahim...


Yazarın diğer yazıları